31 Temmuz 2008 Perşembe

Duru Hayvanlar Aleminde

Duru bu aralar çok hareketli, bir türlü olduğu yerde duramıyor.Yemek ve uyku düzenimiz tamamen alt üst olmuş durumda. Ama bunu çok kafaya takmıyorum. Biliyorum ki ağzının içinde çıkmaya çalışan iki diş var ve canını çok yakıyorlar. Minik meleğimi bir de ben mi üzeyim. Sonuçta rutine birebir uyan çevremdeki bazı çocukların da alıştırma safhalarının arkasındaki gerçeği bilince Duru hiç rutine alışmasa da olur diyorum. Nasıl olsa kendi için iyi olanı biliyordur...
Neyse dediğim gibi Duru bu aralar çok hırçın ve enerji dolu. Hem onu biraz rahatlatmak hem de anne kız bir şeyler yapalım dedik demesine ama ne mümkün. Önce biraz ağladık, kucak istedik sonra da uyuyakaldık. Durum böyle olunca iş başa düştü ve kurabiyeleri tek başıma yapmak zorunda kaldım. Ancak taşınma sırasında oklavamın kaybolduğunun farkına vardım ve 1 cm kalınlığında açmam gereken hamur biraz double 1 cm kalınlığında oldu.Neyse bir daha ki sefere oklava alıp daha ince yaparım. Hem bu sefer meleğimin minik elleri una bulanmış hamur yoğururken ki fotoğrafı ile beraber.

Hamuru ince açamadığım için hayvanlarımız biraz besili oldular. İnternette aynı kalıplarla yapılmış bisküvi tarifi vardı ama ben tarifteki karbonatı şimdi nereden bulacam deyip, kendi kurabiye tarifimle bir deneyim dedim.Sonuç o kadar da kötü değildi. Hatta bir parça hamura biraz zencefil ve tarçın ekleyerek de iki çeşit kurabiye yapmış oldum. Ben en çok ortadaki köpek mi yoksa ayı mı olduğunu anlayamadım kurabiyeyi sevdim. Penguenin hemen yanındaki de zürafa, burdan pek seçilmiyorda.


29 Temmuz 2008 Salı

Biraz Da Nostalji

Canım kızım o kadar çabuk büyüyorsun ki...Kocaman bir dünyada kocaman bir kız olman dileğiyle.. Seni çok seviyoruz.... ( fotoğraftaki tarihlere aldırma baban yanlış ayarlamış).

Diş Çıktı, Çıkıyor


Fazla vakit kaybetmeden yazmak lazım. Tam Duru'nun dişi çıktı, diş buğdayını da yapalım öyle yazarız derken dün ikincisi de geleceğini haber verdi. Doktoru huysuzluğunun dişe bağlı olmadığını söylüyor. Bir çocuk doktoru arkadaşımızın tavsiyesi üzerine rahatlatıcı jel aldık ama başka zaman sürekli parmağımı ağzına almak isteyen meleğim sözkonusu ilaç sürmek olunca ağzını açmıyor. Dün gece dört kere uyandı , umarım bugün biraz daha iyi uyur.
Geçen hafta Duru yeni bir kültürle tanıştı. Herhalde dünyada bizden başka bir ülkede olmayan bir kültürle; dolmuş kültürü ile. Şimdiye kadar kendi aracımıza, taksiye, vapura, uçağa ve trene binen kızımız içlerinde en çok dolmuşu sevdi. Oturuşundan belli değil mi? Bazen bizi o kadar çok şaşırtıyor ki. Hatta geçen gün yemek yedirebilmek için babası ingilizce, almanca ve italyanca konuşarak şaklabanlık yapmak zorunda kaldı. Kulak dolgunluğu olsun diye Duru'yla ilk aylardan beri anadilinin yanında eşim ingilizce ben de fransızca konuştuk. Oyuncaklarının üç dildeki karşılıklarını anlattık. Meleğimiz ise beklediğimizden daha fazla tepki verdi. Bakalım diş buğdayı gününde hangi mesleği seçecek. Ben biraz meslekleri biraz değiştireceğim galiba. Merakla bekliyoruz.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Dünyamıza Hoşgeldin Alya Su

İnci ve Özer çifti ile yaklaşık iki ay önce organik tarım yaptığımız tarla bölümünde tanışmıştık. İnci o zamanlar hamileydi ve ben hemen yanına gidip konuşmaya başlamıştım. Daha sonra karşılıklı ikramlarla yeni bir dostluğun başlangıcını atmış olduk. Ancak bir ay önce birden bire ortadan kayboldular. Nasıl olsa aynı kampüsdeyiz diye cep telefonlarımızı da almadığımızdan bir türlü kendilerine ulaşamadık. Duru'nun İnci teyzesi nereye gitmiş, ne olmuştu da haber bile verememişlerdi. Düşündükçe aklıma kötü şeyler geliyor, olmaması için dua ediyordum. Ta ki düne kadar... Dün eve dönerken Özer'i görünce kalbim çarpmaya başladı. Acaba sormalı mıydım, ya korktuğum cevapsa, ya onları üzersem diye bir süre kapının önünde bekledim. Eşim hadi artık girelim demeseydi Duru ile birlikte orada öyle bekleyecektim. Sonunda cesaretimi toplayıp kapıyı çaldım ve Özer'in gülen yüzünü görünce içim rahatladı. Sonra İnci'yi gördüm. Gözlerim hemen karnına takıldı, ben sormadan İnci içimi rahatlatan cevabı verdi: Bebeğim doğdu...O an da eşimle birlikte derin bir oh çektik. Evet Alya Su sonunda aramıza katılmıştı ama biraz fazla minikti. Alya bir süpriz yapıp yedi aylık ve 940 gr olarak dünyaya gözlerini açmıştı. Doğduğundan beri ( bir aydır) hala kuvözdeymiş. İnci şimdi daha iyi olduğunu, toparladığını ve bebeğine yakın olmak için İstanbul'da bir ev tutmak zorunda kaldıklarını anlattı. Bunları söylerken gülümsüyordu, bu belki de en güzeliydi. Çünkü biliyordu ki üzülüp, ağlamanın bir faydası yok. Minik bebeğinin hayata tutunmasına sulu değil gülen gözlerle, içindeki sevgiyle yardım etmeliydi. Şimdi merakla Alya Su'nun aramıza katılmasını bekliyoruz. Dualarımız seninle minik yürek, bütün gücünle asıl hayata...

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Annem ve Ben

Seninle ilk anneler günümdü. Heyecanlı olmasına heyecanlı ama bir o kadar da yorgun ve telaşlı. Çünkü birgün önce yeni evimize taşınmış, doğanın içinde yeni bir yaşama başlamıştık. Etrafta açılmayı bekleyen bir sürü koli, eşyaları biran önce yerleştirmeye çalışan anneannen ve o anın tadını çıkarmaya çalışan baban, bir de bugünün sıradan bir gün olmadığını düşünen ben. Acaba anlayacak mıydın? İki günce doğumgünümde ayak üstü kestiğimiz pastanın üstündeki mumlara saldırdığın gibi mi olacaktı. Belki de her şey üst üste gelmişti ve ben çok şey bekliyordum. Ama sen bana hediyelerin en güzelini verdin: koşulsuz sevgini, sıcaklığını, annen olduğumu, herşeyim olduğunu,...

Keramet Mama Sandalyesindeymiş

Dün akşam biraz ev işim olduğu için Duru'nun yemeğini babası yedirmeye çalıştı. Duru ana kucağında babasının elinde kumanda bir yandan reklam bulmaya çalışıyor diğer yandan da kaşığı Duru'nun ağzına sokmaya... Ama minik prensesim artık reklamlara doymuş numaramıza kanmıyor. Babası savaştan çıkmış gibi yorgun yanıma gelip sadece sekiz kaşık yedi deyince bayağı üzüldüm. Ne yapacağız derken, hadi benim yanıma mutfağa gelin dedim, belki burda yer. Ve nitekim öyle oldu. Duru'yu mama sandalyesine oturtmak biraz zor olsa da sonunda yemeğe başladı. Demek keramet mama sandalyesindeymiş. Tabi biraz etrafı batırdık ama o kadar da olur. Ellerimiz, sandalyemiz, oyuncaklarımız hep mama oldu fakat sloganımız: "Kirlenmeden Öğrenemem"di. Açıkcası Duru bu işten çok keyif aldı. Bazen kendime hayret ediyorum. Daha önce eşim bana, ilerde çocuğumuz olduğunda üstünü başını her tarafı kirletecek ne yapacaksın diye sorduğunda çıldırırım diye cevap veriyordum. Ama dün Duru'ya bunun için izin verense yine ben oldum. Annelik galiba böyle bir şey, insanı değiştiriyor. Canım kızım yüzündeki bu gülümse her şeye bedel...

24 Temmuz 2008 Perşembe

Yemek Yedirmek Bir Sanattır

Bugünlerde gerçekten Duru'ya yemek yedirmek benim için yapması çok zor bir sanat dalına dönüşmeye başladı. Çok emek isteyen, sırıksıklam terleten ama sonunda güzel bir şey ortaya konan bir sanat sanki. Çok sevdiği meyveyi bile rededer oldu. Canım kızım sana ne oldu. Bugün kızıma şöyle besleyici bir çorba hazırlayayım dedim. Mağlum kaç gündür doğru düzgün bir şey yemiyordu. Üstelik artık bir mama sandalyesi vardı ve bizimle birlikte yemek masasında olabilecekti. Ama nerdeeee.... Yaklaşık bir saat süren yemek yedirme maceramızın sonunda kasenin sadece yarısını yiyebildi. O da binbir oyun ve reklamlarla. Doktoru diş çıkarmanın buna sebep olamayacağını söyledi. Kendisi idrar yolu iltihabından şüphelendi ve test yapılmasını istedi. Fakat bizim cadı buna da izin vermedi. Huysuzluğu geçince yine deneyeceğiz.Umarım bir şeyi yoktur. Sadece arsızlık yapıyordur. Bazen karar vermek ne kadar da zormuş. Gözyaşlarına teslim olup kucağa almak mı yoksa büyüklerin dediği gibi çok kucağa almayın alışmasın lafı mı? Ben her seferinde teslim oluyorum. Hele ağlarken gözlerimin içine bakarak anne beni kucağına al demiyor mu, işte o an teslim bayrağını çektiğim an. Ama yine de elimden geldiği kadar babasının hayır dediği şeylerde evet dememeye çalışıyorum. Duru'yu sert ve katı kurallarla büyütmek istemiyorum ama bir yandan da ya çok şımarırsa diyorum. Ne olacak bakalım merakla bekliyorum. Duru mutlu ve huzurlu olsun bana yeter.


Canım arkadaşım Yosunbuka Duru'nun yemekleri diye bir bölüm yapmamı önerdi. Aslında fena fikir değildi hani. Ama dediğim gibi bu aralar Duru'ya yemek yedirmek beni çok yoruyor ve daha sonra yemekle ilgili bir şeyle uğraşmak istemiyorum. Ancak en kısa zamanda böyle bir bölüm yapacağım. İlk adım olarak bugün yaptığım çorbanın tarifini vereyim. Yalnız hemen belirtelim ki Duru 7,5 aylık ve çorbada ona göre hazırlandı. Bebeğinizin ayına göre neleri yiyebileceği konusunda doktorunuza danışmalısınız.


Sütlü Sebze Çorbası
1 küçük boy patates
1 küçük boy kabak
bir kaç dal maydanoz
iki dal ıspanak
su
iki ölçek aptamil 2 ( Duru2nun kilo kaybı olduğu için dönüşümlü olarak çorbalarına ekliyorum)
bir çay kaşığı zeytinyağı
Patatesi küp, kabağı da halka şeklinde doğrayın, maydanoz ve ıspanak ile birlikte yaklaşık 20 dakika haşlayın. Tel süzgeçten geçirin. Pişdikten sonra içine zeytinyağı ilave edin.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Resimsiz Ada Gezisi

Salı günü baktık Gebze'de hava kapalı ama bunaltmıyor, seyahat için gayet serin, bir anda karar verip Büyük Ada'ya gidelim dedik. Ada deyince aklıma geldi Yapıncak'ın durumu da gayet iyiymiş, geçmiş olsun diyoruz. Neyse biz apar topar hazırlandık hazırlanmasına ama en önemli şeyi unutmuşuz : fotoğraf makinasını. Duru' nun ilk ada ziyareti böyle resimsiz bitmiş oldu. Allah'tan kamerayı almışız, hiç yoktan donuk karelerin yerine hareketlileri var. Bakalım babamız yapabilirse bloga koymamız için bize küçük bir film karesi yapacak.
Öğlene doğru büyük bir hevesle yola çıktık. Önce benim işyerime uğrayıp müdürümle biraz konuştuk. Mağlum İstanbul'dan taşındığımız için tayin olmak istiyorum yoksa her gün Gebze-İstanbul arası gidip gelmem lazım ki bu da canım kızımdan daha fazla ayrı kalmak anlamına geliyor. Şube de işlerimizi hallettikten sonra hadi bir de cadde turu yapalım dedik. Ah ah eskiden ha deyince hemen caddeye iniyorduk. Vallaha gidince daha iyi anladım Bostancı'yı çok özlemişim. Canım Ankaram sen gücenme olur mu, senin yerin apayrı; sen doğup büyüdüğüm şehirsin. İstanbul ne ola, daha üç yıllık bir geçmişimiz var onunla.
Akşama doğru ise ada vapuruna bindik. Duru önce şaşırdı sonra çingeniliği elden bırakmamak için jaz yapmaya devam etti. Kısacası bizim minik cadı nerden nasıl olduysa tam bir kucak çocuğu olmuş. Bütün ada gezimiz boyunca, yüremeye ara verdiğimiz sıralarda ki yemek yemek bir kabusa dönüştü sürekli kucak isteyip durdu. Son bir kaç gündür de yemek yemiyor. Babası ile birlikte şimdiden kara kara düşünmeye başladık. Umarım bu huysuzluğunun nedeni tatil dolayısıyla bozulan düzeni ya da çıkardığı diştir. Çocuk büyütmek çok zormuş, Allah aynı anda bir kaç tane büyütene sabır versin.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Babamın İşyerinde

Dün babamın işyerinden alması gereken evraklar varmış. Bizde annemle birlikte babama eşlik edelim dedik ve düşdük yollara . Yollara düşdük dediysem de ev ile babamın işyeri arası araba ile 5 dakika o da saatte 20 km hızla:) Hatta arabayı annem kullanırsa bu süre bir 5 dakika daha uzuyor. Ben doğmadan önce annem arabayı daha hızlı kullanırmış. Şimdiyse kampüsdeki kaplumbağalar bile bizi geçiyor. Annem geç olsun da güç olmasın diyenlerden. İşte bu da bizim taz'ımız ( adı Tazmanya Canavarından geliyor) . Taz bizimkilerin ikinci çocuğu gibi. Benim gibi huysuzluk yapmıyor, diş çıkarma derdi de yok. Altı ayda bir bakıma giriyor o kadar. Bu hafta sonu ilk defa arka koltukta, oto koltuğum olmadan, annemin kucağında yolculuk yaptım, o da kısa mesafe olduğu için. Yoksa bizimkiler bu konuda çok hassas. Özellikle de emniyet kemerinin takılması konusunda. İkisi de iyi birer sürücü olmak için uğraşıyor. Umarım başarırlar. O kadar kötü araba kullanan insanlar var ki açıkcası korkuyorum.


Bilgisayarlara çok meraklıyım. Evdekiler yetmedi şimdi de babamın iş yerindekilere saldırmaya başladım. Annem bana hamileyken sürekli bilgisayar karşısında çılşmak zorundaymış acaba ondan olabilir mi? Zaten annem ne zaman çalışmaya başlasa bende tekmelemeye başlarmışım. Babam bana oyuncak bir bilgisayar alacakmış ama ben anlamaz mıyım sanki onun gerçek olmadığını. Şimdiden oyuncak bir cep telefonu ile gerçeğini birbirinden ayırt edebiliyorum. Ama bunu daha bizimkilere belli etmedim. Bakalım öğrendiklerinde ne yapacaklar. Laf aramızda annemin haberi var. Olmasa buraya yazamazdık değil mi?

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Bu Nasıl Bir Tatildi Anlamadım

Bodrum tatili bitti ve evimize döndük. Annemle babamın planı aslında ikinci bir tatil dahaydı ama ikisi de fazlasıyla yoruldu. Artık kalan bir haftalık tatili kısmetse yakın yerlerde geçirerek tamamlayacağız. Bordum'da deniz çok kirli olduğu için denize giremedik, sadece uzaktan bakmakla yetinmek zorunda kaldım. Zaten ikinci günden sonra da dinmek bilmeyen rüzgar yüzünden de evden dışarı çıkamadık. Bunun üstüne bir de annemin tsunami korkusu eklenince tatil biraz eziyete dönüştü. Bu arada bizimkilerin evlilik yıldönümü planları da benim beklenmedik bir şekilde erkenden uykuya dalmamla iptal olmuş oldu. Onlar da bir gün gecikme ile kutlamak zorunda kaldılar ama ben durur muyum yine huysuzlandım. Ne yapalım canım ben bebeğim...Uçağa gelince, tek ağlamayan bebek bendim. Zaten annem kulaklarımın zarar görmesini engellemek için beni emzirince hemen uykuya daldım ve yol boyunca uyudum. Yalnız dönüşte bir bebek vardı ve ağladıkça beni uyandırıyordu. Bu yüzden de havaalanından eve gelene kadar arabada uyudum. Eve gelince üstüne bir 5 saat daha uyudum. Artık 3 gün uyumam herhalde...Yeni tatil maceralarımda buluşmak üzere....

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Duru Tatile Gidiyor



Yarın akşam Bodrum'a gidiyoruz. Cuma gününe kadar olamayacağım...Tatil dönüşü artık ne var ne yok hepsini anlatmaya çalışacağım. Biraz sıkıntılı olacak gibi, çünkü annem hiç gitmek istemiyor. Babamın zorlaması ile razı oldu sayılır. Ben de ilk defa uçağa bineceğim ( anne karnında bindiğimizi saymazsak) bakalım nasıl bir deneyim olacak. Annem en çok gece uykumdan endişeli, resimde görüldüğü gibi ben yatağın altını üstüne getiriyorum. Tabi orada korumalı yatağım olmayacak. Annemle beraber yatacağız. Umarım birbirimizi rahatsız etmeyiz. Bu arada Bodrum'da babaannemle dedemin yanına gidiyoruz. Sanırım annemin neden gitmek istemediği anlaşılmış oldu. Annem yapılan bir kapris uğruna benim oralarda perişan olmamam için çok uğraştı ama sonuçta babamın dediği oldu. Dönüşte havadisleri anlatırım. Şimdilik hoşçakalın...

11 Temmuz 2008 Cuma

Snoopy Artık Yok

Snoppy benim en sevdiğim çizgi karakterlerden biri. Aslında onun kadar çok sevdiğim bir çizgi karakter daha var mı diye düşününce verecek ikinci bir cevabım daha yok. Tek üzüntüm kızımın Snoopy tanıyamayacak olması. Nedeni ise ( aslında burda link versem daha doğru olacaktı belki ama kaç kişinin tıklayacağından emin olmadığımdan alıntı yapmaya karar verdim.) :

Steril bir kahraman: Snoopy Ünlü çizgi roman kahramanı Snoopy’nin 4 Ekim 1950’de başlayan kâğıttan macerası sona eriyor. Snoopy’nin ‘babası’ Charles Schulz, geçtiğimiz günlerde, kanser hastalığının ilerlemesi sonucu hastaneye kaldırıldı. 77 yaşındaki Schulz’un artık çizemeyeceği yolundaki açıklaması, milyonlarca Snoopy hayranında buruk bir duygu yarattı. 4 Ocak günü son karikatürünü çizecek olan Schulz, böylelikle 50 yaşındaki Snoopy’yi 21 yüzyıla da taşımış olacak. Snoopy karakterinin yer aldığı Peanuts çetesi, kalabalık bir aile sayılır. Yuvarlak ve kocaman kafalı Charlie Brown, cesur köpeği Snoopy, çalçene Lucy, sakar Linus ve bir grup tuhaf rol arkadaşı... Günümüzün savaşlı-dövüşlü bilimkurgu çizgi filmleri ve çizgi romanları ile kıyaslandığında, Snoopy’nin son derece ‘temiz’ ve öğretici bir kahraman olduğu düşünülebilir. Kimsenin canının yanmadığı maceralarda, Snoopy çocuklara iletişim kurmanın yollarını gösterir.



Bu yazı 19 Aralık 1999 tarihinde bir gazete yayımlanmış. Snoopy'nin son bölümü Charles Schulz'un hastalığının izlerini taşıyor. Son bölümde Snoopy kanser hastası bir kızla iletişim kurarak, onun hayata bağlanmasına yardımcı oluyor ve sonunda da minik kız, çizerinin yapamadığını yapıp kanseri yeniyor. Snoopy'nin son bölümünü gözyaşları içinde izlemiştim. Küçük kızın hali miydi bana dokunan yoksa bir daha snoopy göremeyecek olmak mıydı...Yıllar sonra eşimle tanıştığımda ona ilk anlattığım Snoopy' i ne kadar sevdiğimdi. O da bana nerden bulduysa içinde Snoopy'nin bir kaç çizgi filmi olan bir cd hazırlamış ama sessiz. Lakin ben o cd yi hiç açıp bakmadım. Tabi eşim buna çok bozuldu. Benim için uğraşıp yaptığı şeyi ben bir köşeye atıp unutmaya başlamıştım. Halbuki ben bunu yapamıyordum. Bir türlü elim cd ye gitmiyordu, belki sebep sessiz olmasıydı, belki de yıllar önce kaybettiğim dostumu yeniden görmenin verdiği acı. Biliyorum ki kalbim çok acıyordu. Otuz yaşında bir insan olmuştum ama içim acıyordu işte ne yapayım. Eşime anlatsam bunu anlar mıydı: Hiç denemedim.
Yıllarca Snoopy'nin oyuncaklarını biriktirmeye çalıştım. Fakat her şey de olduğu gibi bunun da bir pazarı olmuştu çoktan. Sonunda bir kaç oyuncağım oldu. Bunların bir kısmı şimdi yeğenimde, biliyorum ki emin ellerde. Ben de kalanlar ise bunlar. Canım yosunbukacığım senin için...



9 Temmuz 2008 Çarşamba

Evcilik Oyunu















Aslında bunları dün yazacaktım ama yaşadığımız yerde çıkan orman yangınları daha önemliydi. Ancak üzülerek söylüyorum ki bugün bir yangın daha oldu. Lütfen ormanlarımızı,doğamızı ateşe vermeyelim. Onların ne suçu var ki. Galiba insanoğlu hıncını kendinden güçsüz olandan almak konusunda bir numara. Bu yüzden değil mi hep yaralı çocukların yüreği. Neyse bu akşam daha fazla üzmeyelim kimseyi. Umarım bu yangınlar son bulur.
Dün annemle birlikte evcilik oyunu oynayalım dedik ama galiba ben biraz kantarın topuzunu kaçırdım. Annem hadi takıcılık oynayalım dedi ( o ne demekse), ben de elindeki kutuyu görünce bir sevindirik oldum anlatamam. Meğer annemin niyeti takı sandığını düzenlemekmiş. Oyalanayım diye elime zararsız olan bir kaç kolye ve toka verdi. Lakin benim gözüm hep o sandıkdaydı. Acaba içinde ne var diye bir kaç hamle yaptıysamda her seferinde annemin hayır diyen sesi beni durdurdu. E güzel anneciğim madem bana dokundurmayacaktın neden o zaman takıcılık oynayalım dedim. Ben de biliyorum, anneme nazım geçiyor ya, ağladım, tepindim sonunda sandığa dokundum. İçinde neler vardı bir bilseniz. Çoğu teyzemlerin ve annemin el emeği göz nuru olan kolyeler, küpeler, bilezikler, yüzükler,... Amacıma ulaşıp takıların hepsini karıştırmıştım ya bu bana yeterdi. Artı bu evcilik oyunundan sıkılma vakti gelmişti. Zavallı annem benim yerimde durmadığımı görünce apar topar takıları sandığa doldurmak zorunda kaldı. Böylelikle takıları yerleştirme işi de bir başka evcilik oyununa kaldı. Yeni bir oyunda buluşmak üzere...

8 Temmuz 2008 Salı

Kolayına Büyümüyor

Ciğerimiz, evimiz, doğamız, havamız, ormanlarımız yanıyor. Neden yanıyor, kim yakıyor. Hiç mi acımıyorlar çocuklarına. Kolayına büyümüyor her bir fidan. Emek, sabır, en çok da sevgi istiyor. Akdeniz buram buram duman kokuyor. Kuş cıvıltıları değil itfaiye arabasının sireni yırtıyor sessizliği. Çocuklar oyunu bırakmış öylece bakıyorlar yükselen duman bulutuna. Birbirlerine soruyorlar: " Gördün mü? " Neyin neden yandığını bilmeden, belki de yananın sadece ağaç olduğunu düşünerek tekrar oyuna dalıyorlar. Halbuki kül olup giden sadece ağaçlar mı? Evimiz, suyumuz, havamız, geleceğimiz de değil mi yok olup giden.
Bu fotoğrafları bugün evimizin balkonundan çektim. Altı ayrı yerde
başlayan orman yangınından ikisi. Çok fazla büyümeden hemen müdahele edildi. Peki ya Akdeniz bizim kadar şanslıymıydı. Hayata tutunmaya çalışan kaç tane fidan dallarının rüzgarlarla dansını göremeden boynunu büktü. Kaç yaşam evsiz, sahipsiz kaldı. Lütfen artık sahip çıkalım başkalarının da hayatına. Çocuklarımıza öğretelim saygı görmek için saygı duymak gerektiğini. Kolayına büyümüyor bir fidan....

7 Temmuz 2008 Pazartesi

O-tu-ru-yo-rum

Kim var orda bakayım. Aaa annemmiş. Bu fotoğrafta yazı başlığına uygun bir poz vermiş gibi gözüksem de aslında yüzü koyun yatıyorum. Maşallah bende de zürafa gibi boyun var. Ne yapayım uyumak istemiyorum işte. Bugün içim kıpır kıpır, şart mı akşam üstü uykusuna yatmam. Neyse iyi ki annem bu konularda fazla ısrarcı olmuyor. Demiştim ya beni kendi doğama, yaratıcılığıma bırakıyorlar.
Dile kolay ben artık 7 aylık kocaman bir abla oldum.Ne zaman uyuyup, uyanacağıma biraz da kendim karar verebilmeliyim. Ama anladığım kadarı ile annem gece uyanma kararlarımdan biraz şikayetçi. O da iyice yoruldu. Zaten bu aralar biraz stresli. Mağlum işe dönüş zamanı yaklaşıyor. Bir yandan da benimle ilk tatil hazırlığı...İstemediği bir yere gidişin verdiği sıkıntı...Hepsi üst üste geldi, bakalım ne olacak.
Bu kadar sıkıntının üstüne annemi çok üzmemeye çalışıyorum ama bazen olmuyor işte. Fakat bugün o günlerden biri değildi. İkimizi de çok mutlu eden bir şey yaptım. İlk defa kendi başıma, sağımda solumda yastık olmadan o-tur-dum. Ben kendi başıma bir şeyler yapmanın keyfini yaşarken, annem elinde fotoğraf makinesi bu anımı film karelerine döküyordu. Nasıl keyif aldım bir bilseniz. Yüzümden okunuyor değil mi?

6 Temmuz 2008 Pazar

Tutamıyorum Zamanı

Öyle birden bire daldın ki hayatımıza, hazırlıksız, beklenmedik..Daha dün gibi babana varlığını söylediğim an. Nasıl da şaşırmıştı. Önce inanmamıştı... Dedim ya beklenmedikdin. Babanı ikna etmek bayağı zor olmuştu. Japonya'da saat gece yarısını çoktan geçmiş, İstanbul'da ise hala akşam üstü, baban yarı uykulu varlığını anlamaya çalışıyor. Bense kameradan babanın yüzündeki ifadelerin anlamını çözmeye çalışıyorum.
Belki de sevinememişti bu habere. Dile kolay tam 5,5 ay yanımda olamayacaktı. Senin içimde nasıl büyüdüğüne tanıklık edemeyecek, bütün olağanüstü ultrason görüntülerini kaçıracaktı. Ama en çok da benim için endişeleniyordu. Hele belimi inciterek yatağa mahkum olduğum o bir hafta yanımda olamadığına bir kez daha kahrolmuştu.
Hele ben bebeğim, nasıl üzülüyordum bir bilsen. Hastaneye her gidişimde, herkesi eşleri ile görmek öylesine yaralıyordu ki beni. Babanı, biricik aşkımı, canım kocamı öylesine özlüyordum ki. Daha mı bi duygusallaşmıştım ne..
Canım bebeğim öyle birdenbire daldın ki hayatımıza. Bir cuma öğleden sonrası öğrendim varlığını. Heyecan, korku, şaşkınlık hepsi birbirine karışıverdi kalbimde. Hala inanamıyordum. Anne olmaya hazır mıydım , daha kendim büyümemişken seni büyütebilecek miydim? Acaba?... Yo bu soruyu kendime sorduğum günler aklıma geldikçe kızıyorum kendime. Senin gibi bir varlığı nasıl tanırdım yoksa, nasıl öğrenirdim büyümeyi ve büyütmeyi.
O kadar hızlı geçiyor ki zaman. Bugün tam 7 aylık oldun. Ve ben iki ay sonra işe başlamak zorundayım. Nasıl ayrılacağım senden. Nasıl bırakıp gideceğim seni yabancı ellere. Neden tutamıyorum zamanı. Ya her anını doyasıya yaşayamadıysam. Canım kızım neden bu kadar hızlı büyüyorsun. Biliyorum en çok ben dedim, ah bir büyüse diye ama şimdi zaman yaklaştıkça istemiyorum, dursun zaman. Biz hiç ayrılmayalım.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Ece, Ege ve Ben

Geldiler ve gittiler. Her şey o kadar çabuk oldu ki. Bir akşam uyandım evimizdeler, bir öğleden sonra ise gittiler. Bir daha ne zaman gelecekler..Ferhan ve Beyhan teyzelerim peki siz ne zaman geleceksiniz? Bakın ne eğlenceli oluyor.

4 Temmuz 2008 Cuma

Ama Niye Gittiler


Ben bu hafta çok eğlendim çünkü anneannem ile teyzem geldi. Tabi kuzenlerim Ece ve Ege'de. Hepsi beni çok büyümüş buldu. Ancak anneannem anneme yine bu çocuk çok zayıf, azıcık yemek yedir diye kızıp durdu. Aslında annem doktorun söylediğinden ne az ne de fazla veriyor. Üstelik hala tam gaz emiyorum. Buna bir de gece en az iki kere yaptığım emme seansları da eklenirse çoğu bebekten daha fazla besleniyorum. Ama yediklerim kilo yerine boya gidiyor. Bir de çok hareketliyim, ne yapayım yerimde duramıyorum. Annem bir saniye bile beni yalnız bırakmıyor. Ordan oraya yuvarlanıp duruyorum. Hele geceleri yatağımın her tarafını gezmezsem uyku tutmuyor ne yapayım. Ah bir emekleyebilsem... O zaman annemin peşinden her yere gideceğim.

Keşke teyzemler daha uzun kalsalardı. Ne güzel teyzem bana emeklemeyi öğretiyordu. Beraber oyun oynuyorduk. Bu arada ben tükürmeyi öğrendim. Şimdilik bizimkiler bir şey demiyorlar ama ilerde kızacak gibiler. Tabi bu tükürme işinden en zaralı çıkan Ece oldu. Çünkü yemek yerken birden tükürünce her şey Ece ablanın suratına geldi. Aslında isteyerek yapmamıştım ama itiraf edeyim çok komik oldu. Hep beraber o kadar çok eğlendik ki. Keşke hemen gitmeselerdi. Daha kartinge gidecektik. Sonra ben onları doğduğum şehire yani İstanbul'a götürüp vapura bindirecektim. Ya anne söyle geri gelsinler.

1 Temmuz 2008 Salı

Çok Heyecanlıyım



Bugün çok heyecanlıyım çünkü Ankara'dan anneannem, teyzem, Ece ve Ege geliyor. Teyzemlerin evimize ilk gelişi bu. Darısı diğer iki teyzemin başına diyorum. Onları da çok özledim ve bir an önce gelsinler istiyorum. Gösterecek o kadar çok şeyim var ki. Annemle babamın ektiği domates, biber, salatalık ve kavun büyümeye başladı. Bizimkiler dün ilk mahsül salatalığı afiyetle yedi bile. (Bu arada dünkü sebze resimleri kendi tarlamızdan.) Onları görmeliydiniz çocuklar gibi şendiler. Keşke hep böyle olsalar.